Dünyanın sınırları artık haritalarla değil ekran ışıklarıyla çiziliyor; her düşüncemiz, hareketimiz ve tercihlerimiz görünmez bir ağda toplanıyor.
Bu ağın adı “veri” ve veri artık yalnızca bir ekonomik kaynak değil; modern devletlerin bağımsızlık ölçütü.
Bugün petrolü olmayan bir ülke yaşayabilir, ama verisini kontrol edemeyen bir ülke yaşayamaz. Çünkü veri sadece bilgi değildir; davranışı yönlendirir, algıyı şekillendirir ve ekonomiyi dönüştürür. Tam da bu nedenle MHP Genel Başkan Başdanışmanı Ruhi Ersoy’un ortaya koyduğu “Veri Vergisi” ve “Algoritmik Temettü” çağrısı, yalnızca teknik bir düzenleme önerisi olmanın ötesinde, gelecek yüzyılın siyasal vizyonuna dair önemli bir mesaj taşıyor.
Küresel devler verimizle büyüyor, biz ise çoğu zaman sadece kullanıcı konumunda kalıyoruz. Google, Meta, TikTok ve benzeri platformlar Türkiye’den topladıkları verilerle milyarlarca dolarlık ekonomik değer üretiyor. Reklam gelirleri sadece buzdağının görünen kısmı; asıl sermaye, Türk vatandaşlarının saniye saniye ürettiği davranış verileridir.
Bu dev şirketler:
-
Bizim verimizle yapay zekâ modelleri eğitiyor,
-
Türkiye pazarına özel algoritmalar geliştiriyor,
-
Davranışsal reklamcılık üzerinden astronomik kazançlar sağlıyor.
Peki, bu devasa değerden Türk milleti ne kadar pay alıyor? Cevap net: neredeyse hiç. İşte Ersoy’un işaret ettiği boşluk tam da burada yatıyor. “Türkiye kendi verisinden doğan değeri talep etmelidir.” Bu yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda siyasi bir iddia. Çünkü veri, artık teknolojik değil, doğrudan egemenlik meselesidir.
Ersoy’un vizyoner önerilerinden biri de “Algoritmik Temettü” modeli. Buna göre bir platform Türkiye’nin verisiyle para kazanıyorsa, bu gelir doğrudan millete geri dönmeli. Bu yaklaşım sadece adaletli değil; aynı zamanda 21. yüzyılın sosyal devlet anlayışını güçlendiren bir fikir. Dünyada henüz benzeri tam anlamıyla uygulanmış bir model yok. Eğer Türkiye bu konuda adım atarsa, dijital egemenlik politikalarında öncü bir ülke olabilir.
TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu için bu konu kritik önem taşıyor. Çünkü mesele sadece finansal değil; dijital çağda “kim karar veriyor?” sorusuna yanıt aramakla ilgilidir. Dijital egemenlik alanı boş bırakılırsa, o alan algoritmalar tarafından şekillendirilir. Bugün sosyal medya akışlarımız, seçim dönemlerinde maruz kaldığımız içerikler, ekonomik kararlarımız ve toplumsal tepkilerimiz dahi veri temelli algoritmalar tarafından yönlendirilebiliyor. Bu da dijital egemenliği doğrudan bir milli güvenlik meselesine dönüştürüyor.
Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkesini hatırlayalım: “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” 21. yüzyılda bu ilkeyi korumak, artık dijital dünyayı da kapsıyor. Veri bizimse, hak da bizim olmalı. Kazanç bizimse, paylaşım da milletle olmalı. Algoritmalar bizim davranışlarımızdan besleniyorsa, bu davranışların ekonomik karşılığı da millete dönmeli.
Bu mesele, geleceğin Türkiye’sinin nasıl şekilleneceğiyle doğrudan ilgili. Artık bu, ekonomik değil, stratejik bir başlıktır ve belki de yeni bağımsızlık savaşımızın en görünmez cephesidir.
Gökhan Çelik









